Varoluşçu Psikoterapi Ekolü Nedir?

Varoluşçu Psikoterapi, temelinde birçok felsefi yaklaşımı barındıran, çağdaş yaşamın anlamsızlık, varoluşsal yalıtım, yabancılaşma, var olmak ya da olmamak gibi kavramlarını ele alan bir ekoldür.

single-img

        Varoluşçu Psikoterapi, temelinde birçok felsefi yaklaşımı barındıran, çağdaş yaşamın anlamsızlık, varoluşsal yalıtım, yabancılaşma, var olmak ya da olmamak gibi kavramlarını ele alan bir ekoldür. Soren Kierkegaard, Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre gibi ünlü düşünürler, varoluşçu analizi vurgulayarak bu akımın öncülerinden olmuşlardır. Irvin Yalom, Rollo May, Viktor Frankl gibi isimler ise varoluşçu kuramı geliştirip bu alanla birleştirerek varoluşçu psikoterapinin temellerini inşa eden kişiler olmuştur. Tüm bu isimler varoluşçuluğa  dair geliştirdiği kuramlar ile felsefenin uçsuz bucaksız bir alan olduğunu kanıtlar nitelikte diyebiliriz. Temelinde felsefi bakış yatan bu kurama göre her düşünürün ele aldığı konu bambaşkadır ki bu da bize evrenin sonsuz dolaylarındaki düşünceleri sunar. Örneğin Kierkegaard yaratıcı kaygı, ümitsizlik, suçululuk gibi kavramlardan bahsederken Nietzsche hiçlik, ölüm, intihar gibi kavramlarla varoluşçuluğu geliştirmiştir. Heidegger ise otantik olma, bireysel sorumluluk ve izolasyon gibi konular üzerinden ilerleyerek kuramını oluşturmuştur.

       Varoluşçu Psikoterapi’nin temelinde yer alan bir diğer kavram, özgürlüğün tüm ağırlığını kabul etmek olarak adlandırılan otantik olmak -absürde rağmen- aynı zamanda ‘kendi’ olmaktır. Kişi kabul etmeli ki hayata addettiğimiz her anlam kişinin kendisi tarafından verilir. Eğer başkasının yolunu takip ediyorsan buna kötü inanç (bad faith) denir. ‘’Hayatın anlamı kendinizi öldürmenizi engelleyecek ne yapıyorsanız odur.’’ diyen Camus aynı zamanda ‘’Bu dünya değer verdiğimiz şeylere sahip olacaksa -adalet, düzen- bu değerleri kendimiz oluşturmalıyız. Aksi takdirde bu şey kendiliğinden var olmaz.’’ düşüncesini ele alarak her birimizin kendi varoluşumuzun köklerine ulaşmasını hedefleyerek otantik olmayı savunan bir bakış açısına sahiptir.

       Varoluşçu felsefeye göre dünyaya yalnız gelir, yalnız döneriz. İnsanın kendi ve başka biri arasındaki kapatılamayan boşluğa, tabiri caizse uçuruma verilen varoluşçu izolasyon kavramı aynı zamanda bireyin kendisi ve dünya arasındaki ayrımdan da söz eder. ‘Hiçbir ilişki yalıtımı yok edemez.’ düşüncesinin temelinde yatan izolasyon bir yerde sevgiyi temel alırsa bu kaygıyı hafifletir. Varoluştaki yalıtımı kabul ederek ve bununla kararlı bir biçimde yüzleşerek başkalarına sevgi ile yönelebiliriz. Aksi takdirde kişilerle olan ilişkilerimiz mekanikleşir. Ya da gereksinimden arınmış ilişkilere dönüşürler.

        İçsel gücümüzü, varoluşsal yalıtımla yüzleşmemizi, anksiyeteyi içimize almamızı sağlayan kişisel değer ve sağlam kimlik duygusunu geliştirmeyi başaramazsak, dolaylı yollarla güvenli alan bulmak için mücadele veririz. Varoluşsal Psikoterapi ekolüne göre terapist bu esnada danışanına bu alanı tanımak ve duyguda kalarak ego kapasitesini güçlendirmesine yardımcı olmak gibi bazı sorumluluklara sahiptir. Terapist danışanın, varoluşsal yalıtımına doğrudan dikkatini vermesine ve bunu keşfetmesine, kendi kaybolmuşluk ve yalnızlık duygusuna dalmasına yardımcı olur. Danışanın terapide keşfetmesi gereken temel gerçeklerden biri, kişilerarası etkileşimin varoluşsal yalıtımı hafifletse de yok edemeyeceğidir. Danışanda her ne olursa olsun ‘’diğer insanlarla ne kadar yakınlaşırsam yakınlaşayım, yine de hayatta tek başıma yüzleşmeliyim’’ düşüncesi sabit kalmalıdır.

        Yine bu süreçte hayatın anlamını-anlamsızlığını keşfetmeye çalışan kişi dünyevi ve kozmik anlam üzerine kafa yorar. Kişiyi kendi hayatının anlamını arama düşüncesinden ayıran kozmik anlam, bireyin dışında ve ondan üstün olarak var olan bir düzeni ifade eder. Kozmik anlam hissine sahip olan kişi genellikle ona uygun gelen dünyevi anlam hissini yaşar. Dünyevi anlam hissi ise kozmik bir anlam hissi olmadan da bulunabilir.

       ‘’İnsan kendinde başlayıp kendinde biter, ötesi yoktur.’’ diyen Camus nihilizm görüşünden yola çıkmış ve kısa süre içinde hiçbir karşılık beklemeden bir kişisel anlam üretmiştir.  Sartre ise ‘’ Bütün var olan şeyler bir neden olmaksızın doğarlar, zayıf bir şekilde yaşamaya devam ederler ve tesadüfen ölürler. Doğuşumuz da ölümümüz de anlamsızdır. ’’der. Anlamsızlığı bu denli odak nokta haline getiren bu düşünce yapısı ile beraber doğmak, yaşamak, ölmek ve eylemek ona büyük bir saçmalık silsilesinden başka bir anlam vermez.  Bu yüzden, Camus ve özellikle Sartre için önemli olan anlam bulmak değil icat etmektir – ve kendisini bu anlamı gerçekleştirmeye tamamen adamasıdır.

       İnsanlık tarihi boyunca kişiler anlam arama, bulma ve bulamama denklemi arasında gidip gelerek bir yaşam sürmüştür. Kalabalıktan ayrılıp bireyleşme dürtüsü -aynı zamanda korkusu- ve kaygı uyandıran anlam arama yolculuğunda sıkışıp kalmış bir hayat yaşayarak sona yaklaşmışlardır. Varoluşçuluğu temel alan bu psikoterapi tekniğinde hedeflenen, anlamlı, amaçlı, farkındalıklı bir hayat oluşturarak danışana kaygıyla baş etmeyi öğreterek, bireyi otantik davranışlara yöneltmektir. Kaygıyı, gelişimin temel kaynağı olarak gören Varoluşçu terapistler, nörotik kaygıyı evrimleştirerek değişimi işlevsiz hale getirmekten alıkoyan bir motivasyon kaynağı haline getirirler. Danışana, varoluş kaygısının yapıcı bir kaygı olduğunu aşılarlar. Hayatta devamlılığını sağlayacak bu motivasyonu sağlıklı, nevrotik düzlemden uzak bir hale getirene kadar terapiye devam ederler.

 

 

Varoluşçu Psikoterapi, Suadiye Psikolog, Bağdat Caddesi Psikolog, Kadıköy Psikolog